I.
Üzücü olaylar herkes tarafından bilinmektedir. Ama bu olayların baş sorumlusu itilaf devletleri İngiltere, Fransa ve Rusya’dır. Bu vesileyle, Daily Chronicle’da Eylül 1915’de yayınlanan bir makaleye dikkatinizi çekmek isterim. O makalede, Ermeni halkının savaşın başından itibaren itilaf devletlerinin yanında yer aldığından, hiçbir pazarlık yapmaksızın itilaf devletlerinin yanında savaştığından, Ermenilerin yedinci müttefik olarak görülmeyi hak ettiklerinden övgüyle söz edilmektedir. Makalenin başlığı şöyledir: The seventh Ally!
Babıali nezdinde Ermeni sorunu konusunda görüşlerimizi başından beri kararlılıkla savunduk. Belki savaştan sonra, durumumuz şimdiki kadar hassas olmazsa, bütün görüşmelerimizi bir Beyaz Kitap’ta açıklayabiliriz. Size mahrem olarak şunu temin edebilirim ki, Büyükelçimiz Başvezirin ve Dahiliye Nazırı’nın tepkilerini dahi çekebilecek ölçüde görüşlerimizi savunmuştur. Göreve başlamasından üç ay sonra söz konusu bakanlar Büyükelçimiz için, bunun Ermeni meselesi ile başımızı ağrıtmaktan başka bir işi yok galiba demişlerdir.
Ermeni yetimhanelerin kapatılması, Ermeni kızların haremlere, Ermeni erkek çocukların da Türk yetimhanelere yollanmaları ve Müslüman olmaya zorlanmaları şeklindeki yeni şikayetler, bana bu sırada burada bulunan Türk Hariciye Nazırı ile bu konuyu ciddi bir şekilde şahsen görüşmem için fırsat vermiştir. Kendisine bu tür olayların sadece Türkler için değil bizim için de yüz kızartıcı olduğu belirterek acil çözüm bulunması gerektiğini bildirdim.
Size elimizden geleni yaptığımızı söyleyebilirim. En son yapabileceğimiz şey ise Türkiye ile olan ittifakı bozmaktır. Böyle bir şeyi asla göze alamayacağımızı mutlaka siz de kabul edersiniz. Tamamen insani açılardan Ermenilerin talihsiz kaderinden son derece müteessir olsak bile, çatışmalarda asil kanlarını feda eden ve Türklerin desteğine ihtiyacı bulunan evlatlarımız ve kardeşlerimiz, bizim için Ermenilerin kaderinden çok daha önemlidir. Çünkü Türkler Güneydoğu cephemizi savunmak suretiyle son derece değerli ve önemli bir hizmet sunmaktadırlar. Ermeni sorunu konusunda sürekli olarak görüşlerimizi bildirmek suretiyle zaten başlarını ağrıttığımız Türkler ile ittifakı bozmaya cesaret edemeyeceğimizi anlayışla karşılayacağınızdan şüphe duymamaktayım.
Oradaki temsilcilerimizin görüş birliği içinde bildirdiğine göre, Türk hükümeti savaşın ilk aylarında Ermeni unsurlara karşı son derece dürüst davranmıştır. Fırtınanın ilk habercisi Zeytun’da ortaya çıkmıştır. Güney Ermenistan’da yer alan, neredeyse sadece Ermenilerin ikamet ettiği ve bir kale gibi sağlam, küçük bir şehir olan Zeytun’da 1915 yılı Mart ayında bir grup Ermeni firari siper alarak kendilerini izleyen Türk askerlerine karşı başarısız bir direniş hareketinde bulunmuşlardır. Kuşatılan ve ele geçirilen şehirde büyük miktarlarda yeni silahlar bulunmuştur. Halkın bir kısmı da ayaklananlara destek verdiği için olağanüstü hal koşullarına göre bütün şehir ağır bir şekilde cezalandırılmıştır. Olaylar Zeytun ile sınırlı kalmamıştır. Aynı yörede bulunan diğer şehirlerde de benzeri ayaklanmalar ve çatışmalar meydana geldiği için artık güvenilmez hâle gelen Ermeni nüfusun bu bölgeden tahliyesine başlanmıştır. Önlemler ilk başlarda görece küçük bir bölgede uygulanmıştır; sadece yerel bir özelliğe sahipti. Ancak, hükümette Ermenilere karşı güvensizlik artık bir kez uyandırılmış olmuştu. Bir ay sonra, yani Nisan 1915’de Yukarı Ermenistan’da, özellikle Van çevresinde, Azerbaycan’a doğru ilerlemekte olan Türk birliklerinin arkasında çıkan Ermeni ayaklanması sonucunda birkaç gün içinde binlerce Müslüman’ın öldürülmesi olayların çığırından çıkmasına yol açmıştır. Türk ve Alman düşmanı basında ermeniler için üzücü sonuçlar getirecek bu kan banyosundan bekleneceği gibi ya çok az söz edilmiş ya da hiç söz edilmemiştir. Türkler, büyük bir güç seferber etmek suretiyle ağır kayıplarla da olsa cephe gerisindeki bu ayaklanmayı bastırmayı başardılar. İleride bu tür olayların tekrar yaşanmaması için Türklerin önlemler alması yadırganmamalı. Buna bir de başşehir İstanbul’da Türk siyasetçilerinin canına kasteden bir Ermeni komplosunun ortaya çıkarılmış olması ve Ermenilerin bir kısmının Türkiye’nin düşmanları ile ilişkide olduğuna ilişkin başka kanıtların da bulunuşu eklenebilir. Türkiye’nin o sırada içinde bulunduğu kritik durum nedeniyle –Çanakkale Savaşları zirveye varmıştı– Türk hükümeti bütün imkanlarıyla tehdit altındaki iç güvenliğini sağlamak zorunda kalmıştır. Harekat ve destek bölgelerinden Ermenilerin katı, ama askeri açıdan gerekli bir önlem olarakgöç ettirilmelerine karar verilmiştir. Ermeniler savaştan uzak Kuzey Mezopotamya’da iskan edileceklerdi. Türkiye’de iktidar sahipleri aslında, tehcirin uygulanması sırasında Ermeni nüfusun büyük bir bölümünün yok olmasını ne istemişler ne de öngörmüşlerdir. Olayların üzücü bir seyir kazanması, bir yandan Müslüman halkın hiç de haksız olmayan hayal kırıklığı, öte yandan Türkiye’deki koşulların ilkelliği ile İstanbul’daki merkezi hükümetin uzak vilayetlerdeki etkinliğinin zayıf oluşu göz önüne alındığında bir dereceye kadar normal görülebilir. Barış dönemlerinde bile yıllarca süren hazırlık dönemi gerektiren bu derece geniş kapsamlı bir tehcir hareketi için tabii hiçbir önlem yoktu. Herşey eksikti, ne koordineli çalışan bir teşkilat, ne yol, ne ulaşım aracı, ne para ne de herşeyden önce gelen yiyecek vardı. Savaş nedeniyle azan ilkel içgüdüler, eski ırk ve dini çatışmalar olaya son noktayı koymuştur. Olayların önüne geçilemeyen seyrinin sonradan bazı Jöntürklere Ermeni sorununun kabul görebilecek kökten çözümü gibi görünmeye başlaması maalesef mümkündür. Ermeniler başlatmamış olsaydı bütün bu olaylar meydana gelmezdi. Olayların etik sorumluluğu onları Londra, Petersburg ve Paris’ten kışkırtanlara da aittir. ”Daily Chronicle”’ın 23 Eylül 1915 tarihli sayısında yayınlanan “Our seventh Ally” başlıklı makale örnek olarak verilebilir. Bu makalede, Ermeni halkının savaşın başından itibaren itilaf devletlerinin yanında yer aldığından, hiçbir pazarlık yapmaksızın itilaf devletlerinin yanında savaştığından, Ermenilerin yedinci müttefik olarak görülmeyi hak ettiklerinden övgüyle söz edilmektedir.
Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye’deki Kayzerlik temsilcilikleri, Ermenilerin acısını dindirmek için krizinin başlangıcından itibaren diplomatik yollardan yapılabilecek ne varsa hepsini yapmıştır. Kamuoyunun bilmediği ve bir süre daha bilmemesi gerektiği bir husus da Kayzerlik hükümetinin Türk hükümeti üzerindeki etkisini son haddine dek zorlamasıdır. Kayzerlik Hükümeti, Ermeni sorunu nedeniyle ittifaka son verilmesini doğru bulmamıştır ve halen de bulmamaktadır. Çünkü, Türklerin uygulamaları sırasında suçluların yanısıra yüz binlerce suçsuz insanın da yok olması, Hıristiyanlık ve insanlık açısından olaylar ne kadar üzücü olursa olsun, Batıda, Doğuda ve Güneyde fedakarca kanlı savaşlar vermekte olan ve bu savaşı Türk müttefiklerimizin silah arkadaşlığı ile kolaylaşan evlatlarımız Ermenilerden daha önemlidir. Ermeni sorunu nedeniyle Türkiye ile olan ittifakımızın bozulması sonucu Güneydoğu cephemizin zayıflamasının sorumluluğunu hiçbir Alman hükümeti taşıyamaz. Üstelik bu durum Ermenileri korumayacağı gibi, onları tamamen Türklerin intikamına teslim etmiş olurdu.